Hakkında

  • RAMAZAN YAVUZ 17 Yazı

    Tüm Yazıları
Müslümanın Duruşu

Zaman değişiyor. Toplumlar dönüşüyor, değerler yer değiştiriyor. Ancak değişmemesi gereken, her şartta korunması gereken bir şey var: Müslümanın duruşu.

Müslümanın bir duruşu vardır.
Bu duruş, geçici gündemlere kapılmayan, inancını mevsimlik değil, hayatlık bir değer olarak yaşayan bir duruştur. Rüzgârın yönüne göre değil, hakikatin çizgisine göre konumlanır. Çünkü bu duruş, bir inancın, bir iddianın ve bir kulluk bilincinin sonucudur.

Bu duruş, imanımızı diri tutar.
İman, kalpte başlayan ama kalple sınırlı kalmayan bir haldir. Duruşumuzu diri tutan şey, işte bu canlı imandır. İman; sadece camide değil, sokakta, iş yerinde, ailede, sosyal medyada da kendini gösterir. Zor zamanlarda doğruları savunmak, yalnız kalsak da eğilmemek; işte gerçek imanın dışa yansıyan şeklidir.

Bu duruş, ahlakımızı olgunlaştırır.
Güzel ahlak, dinimizin özüdür. Kur’an’da övülen Peygamberimiz (sav), “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Öyleyse müminin duruşu da merhametli, adil, dürüst, sabırlı ve nezaketli bir ahlakla taçlanmalıdır. Çünkü duruş, sadece neye karşı olduğumuzla değil, nasıl davrandığımızla da ilgilidir.

Bu duruş, bize şahsiyet kazandırır.
Kimliğimizi, kişiliğimizi ve karakterimizi belirleyen şey; sahip olduğumuz unvanlar değil, sergilediğimiz tavırdır. Müslümanın şahsiyeti; modaya, çıkar hesaplarına ya da popüler kültüre göre şekillenmez. Onun pusulası Kur’an’dır, örneği Peygamber’dir, hedefi ise Allah’ın rızasıdır.

Velhasıl, Müslümanın duruşu; eğilmeyen, savrulmayan, şaşmayan bir duruştur. Bu duruş; imandır, ahlaktır, şahsiyettir. Ve bu duruş, bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir diriliş çağrısıdır.

Devamı
Zor Günlerin Dostlarını Unutanlar

Siyaset, yalnızca fikirler ve projelerle değil; aynı zamanda insanlar ve ilişkiler üzerinden yürütülen bir alandır. Hele ki zor zamanlarda omuz omuza verilen mücadele, bir siyasetçiyi ya da toplumsal figürü sadece başarıya değil, insanlığa da yaklaştırır. Ancak ne yazık ki zaman zaman bu ilişkilerin kıymeti unutulur. Bazı insanlar, hedefe vardıklarında beraber yürüdükleri dostlarını geride bırakmayı tercih eder. Bu da hem insani hem de etik açıdan ciddi bir sorgulamayı beraberinde getirir.

Birlikte yola çıkılanların, güç kazanıldığında hatırlanmaması; sadece bir vefasızlık örneği değil, aynı zamanda toplumsal güvene atılmış bir darbedir. Zor günlerin dostlarını unutan, aslında kendi geçmişini inkâr eder. Oysa gerçek bir dostluk, sadece sıkıntıda değil, refahta da paylaşılır. Gerçek bir dava adamı, yol arkadaşlarını hiçbir zaman geride bırakmaz. Popülerlik ve makam geçicidir; kalıcı olan, geride bırakılan izlerdir.

Siyasette ya da herhangi bir toplumsal mücadelede başarı kazanmak, elbette gurur vericidir. Ancak bu gurur, kibire ve körlüğe dönüşmemelidir. Dostlarını unutan, zamanla kendini de unutur. Bugün yalnız bıraktığı insanlar, yarın onu hatırlamayacaktır. Çünkü vefa, bir insanın içindeki en kıymetli aynadır; o ayna kırıldığında geriye sadece bulanık bir silüet kalır.

Topluma örnek olması beklenen kişilerin, ilk örneği dostlarına gösterdiği sadakat olmalıdır. Yol arkadaşlığı, menfaat ortaklığı değil; gönül bağının ürünüdür. Güç elde edildiğinde paylaşılmıyorsa, o güç sadece yük haline gelir. Kendi sırtında taşıdığı yükü paylaşmayan birinin, halkın yükünü taşıması da mümkün değildir.

Bugün bir kez daha hatırlatmak gerekir: Unutmak, bir hafıza zafiyeti değil; bir vicdan meselesidir. Ve vicdan, siyasetçinin gerçek kimliğidir.

Devamı
Samimiyet Sınavı: Kim Kimi Temsil Ediyor?

Türkiye'de siyaset sahnesi her dönem hararetli tartışmalara gebedir. Ancak geldiğimiz noktada artık sadece politik görüşler değil, inançlar, değerler ve hatta tarihe bakış bile siyasetin birer aracı hâline geldi. Bu ortamda vatandaş olarak hepimizin sorması gereken temel bir soru var: "Kim gerçekten samimi?"

Bugün birçok siyasi figür hakkında söylenmedik söz kalmadı. Hakkında onlarca iddia ortaya atılan, geçmişi didik didik edilen, yeri geldiğinde yere göğe sığdırılamayan, yeri geldiğinde yerin dibine sokulan insanlar bu ülkeyi yönetmeye aday. Peki bu kargaşa içinde hangisine güveneceğiz?

Devlet Yönetimi Ciddi Bir İş

Devlet yönetmek ceket iliklemekle olmaz. Bu makamlar, yüzyılların emanetidir. Atalarımızın, bu topraklar için verdiği mücadele sadece silahla değil; akılla, erdemle, ahlakla kazanılmıştır. Osmanlı’nın mirası hâlâ üzerimizdeyken, ecdadın kemiklerini sızlatacak siyasal yaklaşımlara göz yummak, tarih karşısında da, millet karşısında da vebaldir.

Tarih Tekerrür Etmesin

Bir kısım siyasetçinin geçmişte nasıl yapılarla iç içe olduğunu görmezden gelemeyiz. Son Halife Sultan Abdülhamit Han'ın, dönemin dış destekli odaklarıyla nasıl mücadele ettiğini bilmeyen kaldı mı? O dönem de içeriden çökmeye çalışanlar vardı, şimdi de benzer senaryolarla karşı karşıyayız.

Muhafazakârlık ve Oy Tercihi

Bugün kendisini "muhafazakâr" olarak tanımlayan kimi seçmenlerin, değerlerle taban tabana zıt kişilere oy vermesi düşündürücü. Bu sadece siyasi bir tercih değil; inançla, ahlaki sorumlulukla ilgili bir meseledir. Zira sandıkta verilen oy sadece dünyada değil, vicdanlarda ve belki de ahirette sorgulanacak kadar önemlidir.

Hesap Günü Elbet Gelecek

Siyasi tercihler elbette kişiseldir. Ancak samimiyet sınavından geçemeyen, geçmişiyle ve bugünüyle tutarsız, halkı kandırmaya çalışan siyasilere prim vermek, sadece bugünün değil, yarının da kaybıdır. Unutmayalım ki, halkın iradesiyle gelenler yine halkın iradesiyle gider. Ancak verilen her desteğin bir hesabı vardır. Hem bu dünyada, hem ötekinde.

Devamı
Kültürünü Unutan Nesillerin Akıbeti

Her milletin geçmişinden gelen birikimi, onu millet yapan değerlerin temelidir. Bizim de asırlardır taşıyıp getirdiğimiz, hayatın içinden süzülerek gelen örflerimiz, adetlerimiz, atasözlerimiz var. Fakat ne acıdır ki; bugün çocuklarımız bu değerleri ya hiç bilmiyor ya da onları "eski kafalılık" olarak görüyor.

Bir çocuğun Japon atasözünü ezbere bilip, "Azıcık aşım kaygısız başım"ı hiç duymamış olması düşündürücü değil midir?

Bugün toplum olarak pek çok konuda şikâyetçiyiz: saygısızlık, empati eksikliği, kimlik bunalımı... Oysa bu sorunların çoğunun kökeninde, çocuklarımızı kültürel olarak beslemeyişimiz yatıyor. Onlara masallarımızı, atasözlerimizi, deyimlerimizi, bayram adetlerimizi anlatmazsak; yerine elbette başka şeyler koyulacak. Japon, Çin, Rus ya da başka milletlerin kültürel değerleri elbette saygıyı hak eder. Ama önce kendi özümüzü tanımadan başkalarına özenmek, bizi kendimiz olmaktan uzaklaştırır.

Bu yüzden sorumluluk biz büyüklerde. Çocuklarımıza sadece teknoloji, dil ya da fen öğretmek yetmez. Aynı zamanda onlara kim olduklarını da anlatmak zorundayız. Bir dedenin torununa "Ayağını yorganına göre uzat" dediği günleri hatırlıyor musunuz? O kısa cümle, belki saatlerce anlatılacak hayat dersiyle eşdeğerdir.

Bugün çocuklarımıza "Birlikten kuvvet doğar", "İyilik eden iyilik bulur", "Ne ekersen, onu biçersin" gibi sözleri öğretmezsek, yarın onların başka toplumların sözlerini rehber edinmesine şaşırmayalım.

Unutmayalım: Köklerinden kopan bir ağaç, ilk fırtınada devrilir.

Devamı
Hac: Sadece Bir Yolculuk mu, Yoksa Gerçek Bir Aidiyet mi?

Her yıl milyonlarca Müslüman, dünyanın dört bir yanından kalkıp Kâbe’ye yöneliyor. Beyaz ihramlar içinde, aynı sözlerle, aynı yönelişle... Büyük bir ibadet, büyük bir buluşma... Peki, biz bu büyük yolculuğu sadece bedenimizle mi yapıyoruz, yoksa ruhumuz da gerçekten bu yolculuğun içinde mi?

Bu soruyu biraz daha açalım: Yaptığımız haccın aidiyet duygusunu gerçek anlamda ne kadar yaşıyoruz?

Hacca Neye Ait Olmak İçin Gideriz?

Hac, sadece bir görev değildir. Hac, insanın kendini Allah’a, ümmete, manevî bir mirasa ait hissetmesidir. Kâbe’nin etrafında dönerken bir şeyin etrafında dönmeyiz, bir merkeze, bir hikmete teslim oluruz. İbrahim'in teslimiyetine, Hacer'in sabrına, Muhammed Mustafa’nın ümmetine ait olduğumuzu hatırlarız.

Ancak bu aidiyet, sadece birkaç günle sınırlı bir heyecan mı, yoksa hacdan döndükten sonra hayatımıza yön veren bir bilinç mi?

Ritüel mi, Ruhsal Devrim mi?

Günümüzde birçok hac yolculuğu, ne yazık ki sadece ritüel düzeyinde kalıyor. İnsanlar görevlerini yerine getiriyor, belki bolca fotoğraf çekiyor ama manevî dönüşüm, olması gereken derinliği her zaman bulamıyor. Oysa hac, İbrahimî bir devrimdir. Alışkanlıklardan, konfordan, benlikten bir kopuştur.

Haccın aidiyet duygusu da bu noktada kendini gösterir. Aidiyet, sadece “orada bulunmakla” oluşmaz. Aidiyet; orada bulduğunu, döndüğünde de yanında taşımakla oluşur.

Hacdan Sonra Ne Değişiyor?

Aidiyetin gerçekliği, hac dönüşünde başlar:

Daha merhametli miyiz?

Topluma karşı daha duyarlı mıyız?

Müslüman kardeşliğini içselleştirebildik mi?

Allah’a olan yakınlığımız, gündelik hayatımıza yansıdı mı?

Eğer bunlarda bir değişim yoksa, hac sadece bir seyahat, bir “checklist” tamamlaması olarak kalır. Oysa gerçek hac, insanı dönüştürür.

Ümmete Ait Olmak

Hac, sadece bireysel bir ibadet değildir. Ümmetin birlik ve beraberliğinin en güçlü sembolüdür. Ancak hacılar döndükten sonra aynı safta kalamıyorsa, toplumda ayrışma, ötekileştirme devam ediyorsa bu aidiyetin bir yerlerde eksik kaldığını gösterir. Hac, ümmete ait olmanın, "biz" bilincinin ete kemiğe bürünmesidir.

Son Söz

Hacca gitmek büyük bir nimet. Ama asıl mesele orada neyle buluştuğumuz ve döndükten sonra neye dönüştüğümüzdür. Haccın aidiyet duygusunu gerçek anlamda yaşamak, bu sorunun cevabında saklı:

Hacdan döndükten sonra hayatımızda ne değişti?

Eğer bu soruya içten, samimi ve dönüştürücü bir cevap verebiliyorsak; o zaman gerçekten hac etmişiz demektir.

Devamı
Kime Değer Verdiğinize Dikkat Edin

Hayat, seçimlerimizle şekillenen bir yolculuk. Bu yolculukta karşılaştığımız insanlar ise çoğu zaman yönümüzü belirleyen pusulalar gibidir. Siyasette, iş ortamında ya da günlük yaşamda, kime değer verdiğimiz; kimlere omuz verip kimlerle yol yürüdüğümüz kritik bir fark yaratır.

Çünkü değer verdiğimiz kişiler yalnızca hayatımıza dahil olmaz; düşüncemizi etkiler, kararlarımızı yönlendirir, bazen bizi yüceltir, bazen de hiç farkında olmadan aşağıya çeker. Bu yüzden her alanda — özellikle de etkisi geniş kitlelere ulaşan siyasette ve iş dünyasında — ilişki kurduğumuz insanlara dikkat etmek zorundayız.

Ne yazık ki, değer verdiğimiz kişilerin aslında neyi temsil ettiğini bazen geç fark ederiz. Göstermelik sadakat, parıltılı söylemler ya da geçici faydalar gözümüzü boyar. Oysa gerçek değer, kriz anlarında belli olur. Birlikte yürüdüğünüz kişi, sizi kendi menfaati uğruna satabiliyorsa; ona verdiğiniz değer, size en büyük zararı verir.

Hayatın her alanında değer verdiğimiz kişiler aslında birer ayna gibidir. Onlara yüklediğimiz anlam, bizim kim olduğumuzu da gösterir. Bu nedenle; duygularımızı değil, ilkelerimizi rehber edinmeliyiz. Dostlukta da iş ortaklıklarında da siyasette de bu böyledir.

Unutmayın: Değer, hak edene verilirse sizi büyütür. Hak etmeyene verilirse sizi tüketir.

Devamı
İslam’da Aile Olmak: Sevgiyle Kurulan Kutsal Bir Yuva

Aile… İnsan hayatının sığınılacak limanı, sevgiyle sarılan ilk yuvası… Özellikle İslam inancında aile, sadece bireylerin değil, tüm toplumun temelidir. Çünkü İslam, huzurlu bir toplumun ancak sağlam temellere oturmuş ailelerle mümkün olabileceğini söyler.

Kur’an-ı Kerim’de Rum Suresi 21. ayette şöyle buyurulur:
"Kendileriyle huzur bulasınız diye sizin için kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (Allah’ın) varlığının delillerindendir."
İşte bu ayet, İslam’da aile olmanın sadece maddi değil, aynı zamanda manevi bir bağla kurulduğunun en güzel ifadesidir.

Nikâhla Başlayan Yolculuk

İslam’da aile, rastgele değil; nikâh ile temellendirilen meşru bir birliktelikle başlar. Nikâh, sadece bir sözleşme değil; Allah’ın rızası gözetilerek yapılan, sorumluluklarla dolu kutsal bir ahittir. Bu birliktelikte iki kişi sadece hayatı paylaşmaz, aynı zamanda sorumlulukları ve inancı da birlikte taşır.

Karşılıklı Sevgi, Saygı ve Sorumluluk

İslam aile yapısında her bireyin belirli hak ve görevleri vardır. Kadın ve erkek birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır. Birinin zayıf kaldığı yerde diğeri destek olur. Erkek, ailesinin geçimini sağlamakla; kadın ise evin manevi atmosferini korumakla yükümlüdür. Ancak bu rollerin katı sınırları yoktur; esas olan karşılıklı anlayış ve iş birliğidir.

Çocukların Eğitimi: Ailenin En Önemli Görevi

Aile, bireyin karakterinin şekillendiği ilk okuldur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Onu Yahudi yapan, Hristiyan yapan ya da Mecusi yapan anne ve babasıdır."
Bu hadis, anne-babanın çocuk üzerindeki etkisini net şekilde ortaya koyar. Dolayısıyla aile, sadece maddi değil; manevi eğitimde de çocuğun en büyük rehberidir.

Aile Varsa Toplum Vardır

Bugün karşı karşıya olduğumuz birçok toplumsal sorunun temelinde, aile bağlarının zayıflaması yatıyor. Oysa sevgiyle kurulmuş, İslami değerlerle şekillenmiş aileler; sağlam, huzurlu ve adaletli bir toplumun en güçlü yapı taşlarıdır.

Son söz olarak;
İslam’da aile olmak, sadece aynı çatıyı paylaşmak değil; aynı inancı, aynı sevgiyi ve aynı sorumluluğu birlikte taşımaktır.

Devamı
Mevki ve Makamlar: Kibir Değil, Hizmet Makamıdır

Toplumların yönetiminde, düzenin sağlanmasında ve halkın refahının temininde sorumluluk üstlenen kişiler, zaman zaman bulundukları konumun ağırlığına kapılıp ne için orada olduklarını unutabiliyor. Oysa mevki ve makamlar, bir ayrıcalık değil; bir sorumluluk, bir hizmet alanıdır.

Bir koltuğa oturmak, bir yetkiyi eline almak insanı üstün kılmaz. Asıl değer, o yetkinin nasıl kullanıldığıyla ölçülür. Tarih boyunca nice büyük liderler, tevazularıyla yücelmiş, güçlerini halkın hizmetine adamışlardır. Diğer yanda, yetkiyi bir kibir aracına dönüştürenler, zamanla hem halkın gönlünden hem de tarihin sayfalarından silinmişlerdir.

Unutulmamalıdır ki; makamlar geçicidir. Bugün orada olan, yarın bir başka kişiye yerini bırakacaktır. Ancak geride bırakılan izler kalıcıdır. Bir yöneticiye, bir amire ya da bir lidere duyulan saygı; sadece sahip olduğu pozisyondan değil, o pozisyondaki duruşundan doğar.

Gönülleri kazanmak, emir vermekten değil; dinlemekten, anlamaktan ve adil davranmaktan geçer. İnsanların kalplerine kibirle değil, tevazu ile dokunabiliriz. Çünkü gerçek büyüklük, alçakgönüllülükte saklıdır.

Bu nedenle hatırlatmak gerekir: Mevki ve makamlar kibir makamı değildir. Onlar, halka hizmet etmenin bir vesilesidir. Bu bilinçle hareket eden her yönetici, hem kendi vicdanında hem de toplumun gözünde daima saygıyla anılacaktır.

Devamı
Aile Yılı 2025: Köklerimize Dönüşün Zamanı

2025 yılı, ülkemizde “Aile Yılı” olarak ilan edildi. İlk bakışta kulağa sembolik bir girişim gibi gelse de, aslında bu karar oldukça derin bir toplumsal ihtiyacın işaretidir. Zira çağımızın hızla değişen koşulları, teknolojik gelişmeler ve bireyselleşme eğilimleri, aile yapısının temelini ciddi biçimde sarsmakta. Tam da bu yüzden aileye yeniden dönmenin, onu merkeze almanın zamanı geldi.

Aile, sadece bir kan bağı değil; değerlerin, kültürün, sevginin ve güvenin ilk kez deneyimlendiği yerdir. Birey, hayatı önce ailesinde öğrenir. Bir çocuğun özgüveni, ahlak anlayışı, toplumla kurduğu ilişki, büyük ölçüde ailede şekillenir. Anne babanın ilgisi, kardeşlerin dayanışması, büyükanne ve büyükbabaların tecrübeleri… Bunlar bir toplumun geleceğini inşa eden sessiz yapıtaşlarıdır.

Günümüzde ne yazık ki aile ilişkileri, giderek zayıflayan bir yapıya bürünüyor. Yoğun iş temposu, şehir hayatının getirdiği yalnızlık, ekranların gölgesinde büyüyen çocuklar… Hepsi bireyleri birbirinden uzaklaştırıyor. İşte “Aile Yılı” tam da bu kopuşa dikkat çekmek, toplumu bir anlamda yeniden birleştirmek için bir fırsat olabilir.

2025 boyunca düzenlenecek paneller, seminerler, projeler ve kampanyalar; sadece farkındalık yaratmakla kalmamalı, aynı zamanda somut çözümler sunmalı. Aile içi iletişimi güçlendiren rehberler, ebeveyn destek programları, gençleri aileye yakınlaştıran projeler... Bunlar, ancak toplumsal bir seferberlik anlayışıyla başarıya ulaşabilir.

Unutulmamalı ki güçlü aileler, güçlü toplumların temelidir. Ekonomik gelişme, teknolojik ilerleme ya da siyasi istikrar; hepsi, ancak sağlam temeller üzerine inşa edilmiş bir toplumsal yapıyla anlam kazanır. Ve bu temel, daima aileyle başlar.

2025’in sonunda geriye dönüp baktığımızda, umalım ki bu yıl, sadece bir temadan ibaret kalmasın. Gerçekten aileye döndüğümüz, ilişkilerimizi onardığımız, kuşaklar arası bağı güçlendirdiğimiz bir yıl olsun.

Çünkü aile, her zaman dönülecek yuvadır.

Devamı
Çocuklarımıza Yaratıcıyı Unutturmayın!

Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’ın izniyle olur. Ne Batı’nın ne de Avrupa’nın izniyle… Ancak bugün çocuklarımıza verilen eğitimde, hayatın işleyişine dair her şey anlatılırken Yaratan’ın adı neredeyse hiç geçmiyor. Bilim, doğa, evren anlatılıyor; ama tüm bu sistemin sahibine, Allah’a atıf yapılmıyor. Oysa unutmamamız gerekir: Hiçbir şey kendiliğinden olmaz.

Devletimden ricamdır:
Ders kitaplarında doğanın düzenini, evrenin muazzam işleyişini anlatırken bu nizamın tesadüf değil, bir Yaratıcının ilmi ve kudretiyle meydana geldiğini de çocuklarımıza öğretin. Çünkü eğitim sadece bilgi değil, aynı zamanda bilinç ve maneviyat da vermelidir.

Çocuklarımız yaratılışı öğrenmeden, sadece doğayı izah eden ama onu Yaratan’dan bahsetmeyen bir eğitimle büyürse, bu eksiklik hem ahlaklarına hem de ruh dünyalarına yansır. Bilimin Allah’tan kopuk anlatıldığı bir sistem, insanı sadece maddeye indirger.

Unutmayalım ki, nüfusunun 4/3’ünden fazlası Müslüman olan bir ülkede eğitim sistemi, toplumun manevi değerlerini yok sayamaz. Laiklik, dini yok saymak değil; inançları eşit mesafede yaşatmak demektir. Biz de diyoruz ki: Bilimi öğretin, doğayı anlatın ama Yaratıcıyı da unutturmayın!

Eğitim, aklı inşa eder; inanç ise kalbi. Her ikisi bir arada olursa, ancak o zaman sağlıklı nesiller yetişir.

Devamı
Asıl Mesele Sağ ya da Sol Değil, Maneviyattan Uzaklaşmaktır

Toplum olarak zaman zaman siyasetin dar kalıplarına sıkışıp kalıyoruz. Her meseleye "sağcı mı, solcu mu?" penceresinden bakmak gibi bir alışkanlığımız var. Oysa bazı meseleler vardır ki ne sağla ne solla açıklanabilir. Onlar doğrudan insanın inancıyla, vicdanıyla ve yaşantısıyla ilgilidir.

Bugün geldiğimiz noktada artık şu gerçeği açıkça konuşmak gerekiyor: Sağ ve sol yoktur; Müslümanlığın gereğini yerine getirenler ve getirmeyenler vardır. Toplumu asıl ayakta tutan şey, kişinin Allah ile olan bağı, yaşamındaki ahlaki duruşu ve maneviyatıdır.

Giyim kuşam meselesi de bu noktada sadece bir tercihten ibaret değildir. Çünkü bir insanın dış görünüşü, çoğu zaman iç dünyasının bir yansımasıdır. Ahlaki ve manevi değerlerimizle örtüşen bir yaşam tarzı, sadece bireysel bir tutum değil; topluma karşı da sorumluluktur.

Bu noktada bazı sivil toplum kuruluşlarının (STK'ların) sergilediği hassasiyeti de takdir etmemek elde değil. Yaşanılan ilin ve ülkenin maneviyatına duyarlı şekilde hareket eden STK'lar, toplumun değerlerini koruma noktasında önemli bir rol üstlenmektedir. Sessiz kalmayıp doğruya “doğru” diyebilen her ses, bu ülkede umudun ve birlik duygusunun temsilcisidir.

Ve aslında en çarpıcı gerçeği bir cümle özetliyor: "Asıl yobazlık sağcılık veya solculuk değil, Allah’ın emrinden uzak durmaktır." Bu söz, tartışmanın eksenini tam da olması gereken yere çekiyor. Zira mesele kimlik ya da ideoloji değil; iman, ahlak ve samimiyettir.

Bugün toplumu ayakta tutacak olan şey, hamasi tartışmalar değil; inancına sahip çıkan, saygıyı ve sevgiyi temel alan bir duruştur. Artık kavramlar üzerinden değil, hakikat üzerinden konuşma zamanıdır.

Devamı
CHP’de Bir Bit Yeniği Yok mu?

Cumhuriyet Halk Partisi… Atatürk’ün kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarından biri olan bu parti, bugün geldiği noktada hâlâ aynı ideallerin temsilcisi mi? Yoksa zaman içinde, ilkelerinden ve halkla kurduğu o güçlü bağdan uzaklaşmış, kabuğuna çekilmiş bir yapı mı haline geldi?

CHP, kuruluşundan itibaren laiklik, halkçılık, devletçilik gibi temel prensiplere dayanıyordu. Ancak yıllar içinde bu ilkeler yerini daha belirsiz, seçime endeksli ve günü kurtarmaya yönelik politikalara bıraktı. Partinin Atatürk çizgisinden sapması belki bir anda olmadı ama süregelen bir değişimin sonucu olarak bugün birçok seçmen, CHP’yi “Atatürk’ün partisi” olarak görmüyor. Özellikle genç nesil, bu kimliği tarih kitaplarında okurken, pratikte farklı bir CHP ile karşılaşıyor.

İsmet İnönü'den bu yana parti içinde demokratik teamüllerin ne kadar işlediği ise ayrı bir tartışma konusu. Parti içi muhalefetin çoğu zaman susturulduğu, farklı fikirlerin sistematik olarak dışlandığı dönemler yaşandı. Delegelerin belirlenmesinden adayların seçimine kadar birçok süreç, katılımcılıktan uzak, tepeden inme yöntemlerle yürütüldü. Bugün hâlâ bu alışkanlıkların izleri silinmiş değil. Kurultaylar vitrin süsü, değişim söylemleri ise sadece bir strateji haline gelmiş durumda.

Üstelik CHP’nin geniş kitlelere ulaşma çabası, zaman zaman kendi kimliğini bulanıklaştırdı. Seçim kazanma uğruna yapılan ittifaklar, ilkeleri zayıflattı. Bugün birçok CHP seçmeni, partinin neyi savunduğunu, hangi ideolojik çizgide yürüdüğünü net olarak göremiyor. Bu da halkla kurulan güven bağını zedeliyor.

Peki, tüm bunlara rağmen hâlâ “CHP’de bir bit yeniği yok” diyebilir miyiz? Görünen o ki var. Bu ‘bit yeniği’, partinin kendi iç dinamiklerinde, şeffaf olmayan karar süreçlerinde, değişim taleplerine kulak tıkayan yönetim anlayışında gizli. Ve eğer bu yapısal sorunlar cesurca ele alınmazsa, CHP’nin geleceği, geçmişindeki görkemli tarihin gölgesinde kalmaya mahkûm olabilir.

Atatürk’ün “Benim iki büyük eserim vardır: biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi’dir” sözü, sadece bir hatıra değil; aynı zamanda bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu taşımayan bir CHP, ne Atatürk’ün partisi olabilir ne de halkın umudu.

Devamı
Adıyaman'ın Sessiz Çığlığı: İletişimsizlik mi, İlgisizlik mi, Yoksa Samimiyetsizlik mi?

23 yıl… Neredeyse çeyrek asırdır Adıyaman aynı sorunlarla boğuşuyor: altyapı eksiklikleri, işsizlik, göç, eğitimde geri kalmışlık, çözümsüzlük… Üstüne bir de 6 Şubat depreminin yaraları eklendi. Peki neden bu kadar uzun süredir ciddi bir ilerleme sağlanamıyor? Sorunun kaynağı iletişim eksikliği mi, ilgisizlik mi, yoksa daha derin bir samimiyetsizlik mi?

Şehri yıllardır yönetenler arasında iktidar partisinden gelen birçok belediye başkanı oldu. Üstelik arkalarında güçlü bir merkezi hükümet ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi lider bir figür vardı. Sayın Erdoğan defalarca kendi kadrosunu “vatandaşa hizmet edin” diye uyarmış, sorumluluk bilincini hatırlatmıştır. Ancak “garibim kime yetişsin?” dedirtecek bir tablo da ortada. Bir yandan yurt içinde ekonomik, sosyal ve güvenlik meseleleriyle uğraşırken, diğer yandan yurt dışında bölgesel krizler, diplomatik dengeler ve küresel gelişmelerle boğuşan bir liderin, her belediye başkanını tek tek denetlemesi mümkün mü?

Bu noktada esas sorumluluk yereldeki siyasetçilere düşüyor. Ne yazık ki, Adıyaman'da bu sorumluluğun hakkı verilmemiştir. İktidar belediye başkanları, ellerindeki imkânlara rağmen Adıyaman’ı gerektiği noktaya taşıyamamıştır. Yatırım ve hizmet vaatleri hep havada kalmıştır.

Diğer taraftan, son yerel seçimde göreve gelen muhalefet partili belediye başkanı da farklı bir tablo çizememiştir. CHP’nin klasik yönetim tarzı ve bürokratik refleksleriyle hareket eden bir anlayış, Adıyaman gibi sorunları birikmiş bir kente çözüm üretmekten çok uzak kalmıştır. Ne yaptığı belli olmayan, vizyon koyamayan, halkla bağ kuramayan bir belediyecilik anlayışıyla karşı karşıyayız.

Sonuç olarak Adıyaman, hem iktidarın ihmaliyle hem muhalefetin yetersizliğiyle bir kısır döngünün içine hapsolmuştur. Vatandaşla siyasetçi arasında güven bağı zedelenmiş, verilen sözler boşa çıkmış, samimiyet yerini göstermelik mesajlara bırakmıştır.

Bu şehir artık günü kurtaran değil, geleceği planlayan bir iradeye muhtaç. Siyasi aidiyetlerin değil, insan ve hizmet odaklı bir anlayışın öncelik kazanması şart. Sadece konuşan değil, uygulayan; sadece vaat eden değil, çözüm üreten bir yönetim anlayışı olmadan Adıyaman’ın yaraları sarılamaz.

Artık bahaneye yer yok. Bu şehir daha fazlasını hak ediyor — hem de fazlasıyla.

Devamı
İslam Olmadan Huzur Mümkün mü?

Huzur… Hepimizin peşinden koştuğu, kimi zaman iç dünyamızda, kimi zaman toplumda, hatta dünya genelinde özlemini duyduğumuz bir kavram. Ancak şunu açık yüreklilikle ifade etmek gerekir ki; İslam’ın olmadığı bir yerde huzuru aramak, beyhude bir çabadır.

Zira İslam, sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda hayatın her alanına dokunan bir denge ve adalet düzenidir. İnsan ile yaratıcısı arasındaki bağın tesis edildiği bu yüce din, bireyin içsel huzurunu temin ettiği gibi toplumlar arası barışı da inşa eden bir yapı sunar. Bu yüzden inançsız bir düzende ahlaki değerler zamanla aşınır, vicdanlar susar, merhamet yerini hırsa ve bencilliğe bırakır.

Bugün dünyanın pek çok yerinde savaş, adaletsizlik, ekonomik çöküşler, psikolojik buhranlar yaşanıyor. İnsanlık, sahip olduğu teknolojiye ve refah seviyesine rağmen hâlâ huzuru bulamıyor. Çünkü kalplerde iman yoksa, vicdanlara hakikat rehberlik etmiyorsa, düzen bozulur; huzur da hayal olur.

İslam, insana yalnızca ibadetleri değil; adaleti, merhameti, paylaşmayı, sabrı ve şükrü de öğretir. Yani hem bireysel hem toplumsal huzurun yol haritasını verir. Kur'an, sadece okunmak için değil, yaşanmak için gönderilmiş bir rehberdir. Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatı da bize bu huzur ikliminin pratiğini sunar.

Dolayısıyla, kalıcı bir huzur ve barış arayışındaysak, yönümüzü İslam’a çevirmeliyiz. Onun rahmet dolu çağrısını duymalı, yaşantımıza yansıtmalıyız. Aksi hâlde, dünya hayatı sadece boş bir arayıştan ibaret olur.

Unutmayalım: Gerçek huzur, imanla başlar.

Devamı
TERÖRSÜZ TÜRKİYE: KİME YARADI, KİME YARAMADI?

Bir sabah uyandığımızda Türkiye'nin artık terörle anılmadığını hayal edin. Ne dağlarda çatışma, ne şehirlerde bombalı saldırılar, ne de ocaklara düşen ateş var… Bu tablo, bir ütopya değil; güçlü bir irade ve toplumsal dayanışmayla mümkün olabilecek bir gerçeklik. Peki, “terörsüz bir Türkiye” gerçeği kime yaradı, kime yaramadı?

En Çok Kime Yaradı?

Hiç şüphesiz, en çok halk kazandı. Yıllardır terörün gölgesinde yaşayan, evlatlarını askere gönderirken dua eden anneler; köyünü terk etmek zorunda kalan vatandaşlar; güvenlik endişesiyle tedirgin yaşayan insanlar… Terörsüz bir ortam, can güvenliğini artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal huzuru da pekiştirir.

Ekonomik açıdan da tablo parlak. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, güvenliğin sağlanmasıyla birlikte yatırım için cazip hale geldi. Turizm potansiyeli olan ama yıllardır keşfedilemeyen bölgeler yeniden hayata döndü. Yerli ve yabancı sermaye, artık çekinmeden yatırım yapabiliyor.

Devlet kurumları için de büyük bir kazanç. Güvenlik güçleri, yıllardır süren operasyon yükünü üzerlerinden atarak daha stratejik görevlerde kullanılabiliyor. Ayrıca, savunma harcamalarının azalması, kaynakların eğitime, sağlığa, teknolojiye yönlendirilmesine imkan sağlıyor.

Peki Ya Yaramayanlar?

Her iyileşmenin bir de kaybedeni olur. Terörün varlığı üzerinden siyaset yapan bazı odaklar, söylem alanlarını kaybetti. Krizden beslenen yapılar, yeni bir “tehdit” inşa etmek zorunda kaldı.

Silah ve güvenlik ekipmanı üzerinden kazanç sağlayan bazı uluslararası lobiler için de terörsüz bir Türkiye ekonomik bir kayıptır. Aynı şekilde, terör örgütlerinden medet uman dış mihraklar, bölgede etkinliğini yitirmiş olur.

Kimi medya organları da gündemden “reytingli” haberleri kaybetti. Şiddet içerikli haberler, ne yazık ki izlenme oranlarını artırır. Barış ortamı, bu tür içerikleri ikinci plana iter.

Sonuç Olarak…

Terörsüz bir Türkiye, halk için huzur, ekonomi için büyüme, siyaset için yeni bir sayfa, toplum için umut demektir. Kazanan çoktur; kaybedenler ise sadece kaostan ve kandan beslenenlerdir.

Bugün bunu sadece hayal etmekle yetinmeyip, barış içinde yaşamanın yollarını aramak, hepimizin sorumluluğudur.

Devamı
Yar Olmak: Sadakatin ve Samimiyetin Gerçek Hali

Hayatta herkesin bir “yar”ı olmalı. Sadece sevdalı anlamında değil, dostlukta da bir yar… Sırtını yaslayabileceğin, suskunluğunu anlayan, sözcüklerin değil kalbin konuştuğu biri. Çünkü gerçek dostluk, çoğu zaman kelimelerle kurulmaz; sadakatle, anlayışla, ve en önemlisi her şeye rağmen var olma iradesiyle kurulur.

Yar olmak; sadece iyi günde, kahkahada, eğlencede yanında olmak değildir. Zor gününde yanında kalabilmektir. Sustuğunda ne dediğini anlayabilmek, uzaklaştığında bile bağlı kalabilmektir. Araya mesafeler girse de, zaman eksilse de, gönül köprüsünü ayakta tutmaktır.

Günümüz dünyasında ilişkiler hızla yaşanıyor, hızla tüketiliyor. Dostluklar da bundan nasibini alıyor. Bir hata, bir yanlış anlaşılma, bir gecikmiş mesaj... Ve olan oluyor: bağlar kopuyor. Oysa gerçek bağlılık, hataya rağmen kalabilmektir. Kusura değil, gönüle odaklanmaktır.

Samimi dostluk, içtenlikten beslenir. Rol yapmaz, süslenmez, filtreye ihtiyaç duymaz. Gözünün içine baktığında gerçeği görürsün. Kalbinde taşıdığını yüzünden okuyabilirsin. Ve en güzeli de şudur: Yar olan, seni sen olduğun için sever; olduğun gibi kalman için değil, yanında kalman için dua eder.

Dostluk, belki de bir çeşit bağlılık yemini. Ne zaman düşsen, bir elin omzunda belirmesi. Ne zaman gülsen, gülüşünü çoğaltması. Ne zaman yansan, külüne su taşıması. Her şeye rağmen, her haline rağmen seninle kalması.

İşte bu yüzden, yar olmak zordur. Ama yar bulmak daha zordur. Bulduysan, kıymetini bil. Çünkü her dost, yar olamaz. Ama her yar, dost kalabilir.

Devamı
FETÖCÜ REMZİ GERGER'İN KIZI İYİ PARTİ'DE 

"Fetö darbesi başarılı olsaydı, Adıyaman Valisi olacaktı" denilen Remzi Gerger'in kızı İYİ Parti'de teşkilatlardan sorumlu başkan Ahmet Türk'ün yardımcılığına getirildi. İYİ Parti karıştı. 

Adıyaman'da beş Fetocü say denilse ilk beşte mutlaka adı anılan kişinin kızına partisinde yer vermek, yetki vermek... 

İki ihtimal var. Ya Kenan Doğan yürek yemiş ya da bir çok insanın yıllardır verdiği emeği hiç etmek, siyaseten partiyi bitirmek istiyor. Her iki halde de büyük cesaret. 

İYİ Parti Adıyaman İl Başkanlığı sosyal medya hesaplarından 25 Şubat 2022 tarihinde yapılan ve "Avukat Gülden Gerger Kuzu bu gün partimize gelerek üyelik başvurusunu yaptı. İl Başkanımız Kenan Doğan bey rozetini taktı, hayırlı olsun diyoruz gücümüze güç kattınız." ifadeleriyle duyurulan üyelik işlemi sonrası başlayan tartışmanın, Gülden Gerger Kuzu'nun getirildiği yeni görev sonrası bazı partilileri istifa noktasına getirildiği öğrenildi.

Fetö sanığı Remzi Gerger'in kızı olarak tanınan Avukat Gülden Gerger Kuzu'nun teşkilatlardan sorumlu İl Başkan Yardımcısı Ahmet Türk'ün yardımcılığına atanması kararı, İYİ Parti'ye üyeliğinin gerçekleşmesinden tam 9 gün sonra, yine İYİ Parti Adıyaman İl Başkanlığı sosyal medya hesaplarından; "İYİ Parti Adıyaman İl Teşkilat Başkan ve Başkan Yardımcıları görev dağılımı yapmak münasebetiyle toplandı. Yapılan istişareler neticesinde, İl Teşkilat Başkanı Ahmet Türk'ün Yardımcılıklarına,

  • Gülden Gerger Kuzu(Adıyaman Merkez İlçe)
  • Abdurrahman Çelebi(Kahta-Sincik)
  • Mehmet Narin(Besni)
  • Öryan Topraktan(Samsat-Gerger-Çelikhan)
  • Ahmet Doğan(Gölbaşı-Tut) ilçelerinden  sorumlu olarak görevlendirilmiştir." ifadeleriyle duyurulmuştu. 

Kurulduğu günden bu yana pek çok eleştiri ve algı operasyonuyla karşılaşan İYİ Parti, neredeyse tüm ithamları boşa çıkartarak alternatif bir seçenek olmayı başarmış ve TBMM'de grup kuracak çoğunluğa ulaşmıştı. Kılı kırk yararak hareket eden İYİ Partililerin Adıyaman'da gerçekleştirdikleri üyelik ve yangından mal kaçırırcasına yaptıkları yetkilendirme pek çok kişiyi şaşkına çevirirken, bazı kesimlerde ise "dememiş miydik?" yorumlarıyla karşılandı. 

Gelen yoğun ihbarlar ve tepkiler sonrasında yaptığımız araştırmalarda, Avukat Gülden Gerger Kuzu'nun Fetö terör örgütü ile iltisak ya da ilişkisine rastlamadığımızı, hemen herkes tarafından hakkında olumlu ifadeler kullanılarak isminin zikredildiğini belirlendi. 

Suçların şahsiliği ilkesi gereği, bir evladın; babasının işlediği suçlardan ya da babasına isnat edilen suçlarından ötürü zanaltında bırakılmaması gerektiğine inanıyoruz. Bununla birlikte, Fetöcülerin odağı olmak iddiasıyla sürekli karşılaşan ve bunu şiddetle reddeden İYİ Partililerin, henüz 9 gün önce partiye üye olmuş birisini, üstelik "darbe başarılı olsaydı Adıyaman Valisi olacaktı" denilen bir şahsın kızını, ne kadar bu işlere bulaşmamış olsa da kopacak fırtınayı hesap etmeden niye alelacele teşkilatlarla ilgili bir göreve atadıklarını da anlamadığımızı ifade etmek istiyoruz.  

İYİ Parti Adıyaman İl Başkanı Kenan Doğan'ın yapacağı bir izahat olursa, yazımızı tekrar kaleme alacağımızı peşinen belirtelim.

Ramazan Yavuz - ADIYAMAN / UHA

Devamı