Orta Doğu, yüzyıllardır küresel güç mücadelelerinin sahnesi oldu. Bu topraklar sadece üç semavi dinin değil, aynı zamanda petrolün, stratejik boğazların, geçiş yollarının ve jeopolitik hesapların merkezindedir. Günümüzde ise bu coğrafyada en çok konuşulan aktörler şüphesiz ABD ve İsrail. Bu iki ülkenin bölgedeki hamleleri, çoğu zaman “Büyük Oyun” kavramıyla birlikte anılıyor.
Peki, bu “Büyük Oyun” nedir? Gerçekten bir senaryo mu yazılıyor, yoksa tüm bu gelişmeler sadece tesadüflerin ürünü mü?
“Büyük Oyun”un Kökeni: Dün Rusya ve İngiltere, Bugün ABD ve Ortakları
“Büyük Oyun” terimi, ilk kez 19. yüzyılda İngiltere ile Rusya arasındaki Orta Asya hâkimiyet mücadelesini tanımlamak için kullanıldı. Ancak 21. yüzyılda bu kavramın anlamı genişledi. Bugün artık “Büyük Oyun” dendiğinde, enerji hatları, askeri üsler, rejim değişiklikleri ve bölgesel nüfuz savaşları anlaşılıyor. Ve bu oyun, özellikle Orta Doğu’da sahneleniyor.
ABD’nin Rolü: Demokrasi mi, Hegemonya mı?
ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel güç dengesinin merkezinde. Ancak Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu’ya daha agresif müdahalelerde bulundu. 2003’te Irak’ı işgal etmesi, “kitle imha silahları” bahanesiyle başlasa da, bugün gelinen noktada ABD’nin asıl hedefinin enerji kontrolü ve İsrail’in güvenliğini garanti altına almak olduğu iddiaları kuvvetle dillendiriliyor.
Afganistan’dan çekilme süreci, Suriye iç savaşındaki tutumu, İran’a yönelik ambargolar ve son olarak Gazze krizinde İsrail’e koşulsuz desteği, Washington’un bölgesel ajandasının derinliğini gösteriyor.
İsrail’in Stratejik Hedefleri: Arz-ı Mev’ud ve Güvenlik Paradoksu
İsrail’in 1948’deki kuruluşundan bu yana en temel kaygısı “güvenlik” oldu. Ancak bu güvenlik anlayışı zamanla sınır ötesine taştı. Filistin topraklarında artan yerleşim politikaları, Lübnan’a yönelik operasyonlar, İran’a karşı agresif diplomasi ve Arap ülkeleriyle kurulan yeni ittifaklar (örneğin Abraham Anlaşmaları), İsrail’in artık sadece “savunma” değil, aktif bölgesel şekillendirme rolü üstlendiğini gösteriyor.
Bazı analizlere göre, bu adımlar uzun vadede “Arz-ı Mev’ud” (Vaadedilmiş Topraklar) fikrine dayanan bir stratejik vizyonun parçası olabilir. Bu iddia spekülatif olsa da, İsrail’in agresif dış politikası bu tür teorilerin güç kazanmasına neden oluyor.
Filistin ve Büyük Oyunun Kurbanları
Filistin halkı, bu büyük stratejik hesapların en ağır bedelini ödeyen taraflardan biri. 2023 ve 2024’te Gazze’de yaşanan büyük yıkım, yüz binlerce sivilin hayatını kaybetmesi ve yerinden edilmesi, İsrail’in askeri üstünlüğünü sorgulanamaz hale getirirken, Batı dünyasının –özellikle ABD’nin– bu yıkımı meşrulaştıran tavrı büyük tepkilere yol açtı.
ABD’nin veto ettiği BM kararları, askeri yardımlar ve siyasi destek, Washington’un “tarafsız arabulucu” kimliğini artık tamamen ortadan kaldırdı. Bu durum sadece bölgede değil, küresel kamuoyunda da ciddi bir meşruiyet krizi yaratıyor.
Türkiye ve Yeni Denge Arayışları
Türkiye gibi bölgesel güçler için bu “Büyük Oyun” hem bir tehdit hem de bir fırsat sunuyor. Enerji koridorlarında söz sahibi olmak, Filistin meselesinde aktif diplomasi yürütmek, NATO-ABD ilişkilerini dengeleyerek Avrasya ittifaklarına göz kırpmak... Tüm bu hamleler Ankara'nın oyunu sadece seyretmediğini, kendi hamlelerini de kurguladığını gösteriyor.
Sonuç: Oyun Kurucu mu, Oyuncu mu?
ABD ve İsrail’in Orta Doğu’daki etkinliği, salt askeri veya ekonomik güçle açıklanamaz. Bu, çok daha karmaşık bir stratejik hesaplaşmanın ürünüdür. Ancak şu da bir gerçek: Bu büyük oyunun kurbanları hep aynı – halklar, özellikle de mazlum milletler.
Küresel sistem, eğer bu düzende bir adalet ve denge kuramazsa, “Büyük Oyun” sadece masa başında oynanan bir strateji değil, her gün kanla yazılan bir tarih olarak devam edecektir.