"İRAN KAĞITTAN KAPLAN MI,? GÖRECEĞİZ"

Dün İsrail, İran'a yönelik balistik füze saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırıda İran Genelkurmay Başkanı, yirmi nükleer bilim insanı ve onlarca üst düzey askeri komutan hayatını kaybetti. Bu durum, İran açısından ciddi bir istihbarat zafiyetine işaret ediyor. Ancak bugün İran, yüzlerce füze fırlatarak İsrail'e karşı geniş çaplı bir misillemede bulundu. Bu gelişmeler, iki ülke arasındaki gerilimi savaş eşiğine taşıdı.

İsrail’in yıllık savunma bütçesi otuz milyar dolar. Amerika Birleşik Devletleri'nin bütçesi ise sekiz yüz milyar dolar civarında. İran'ın savunma bütçesi ise yalnızca on beş milyar dolar. Bu tabloya bakıldığında, İsrail ile Amerika'nın adeta birleşik hareket ettiği, hatta İsrail'in Amerika'nın Orta Doğu’daki ileri karakolu gibi işlediği görülüyor. Sekiz yüz otuz milyar dolarlık bu dev savunma bütçesine karşılık on beş milyar dolarlık İran'ın direnmeye çalışması, 'İran kağıttan kaplan mı?' sorusunu akıllara getiriyor.

Bütün dünyada İran’a yönelik baskılar artıyor. Uluslararası toplum, İran'ın nükleer programını durdurmasını talep ediyor. Ancak İran, bu programı kendi ulusal güvenliği için vazgeçilmez görüyor. Tahran yönetimi, ancak nükleer silaha sahip olduğu takdirde kendisini güvenli hissedebileceğini düşünüyor. Bu nedenle, yaptırımlara ve tehditlere rağmen nükleer çalışmalarından vazgeçmiyor

İran’ın verdiği mesaj açık: “Varım, buradayım ve hiçbir tehdit beni yolumdan çeviremez.” Ama sorulması gereken asıl soru şu: Gerçekten var mı? Yoksa bu varlık, zayıflığın içgüdüsel bir haykırışı mı?

İsrail ve Amerika gibi küresel askeri devlerin karşısında, İran sadece sayılarla değil, istihbarat açıklarıyla, ekonomik kırılganlıkla ve bölgesel yalnızlıkla da sınanıyor. Kağıttan kaplan sorusu işte tam da burada anlam kazanıyor. Yani görünürde büyük, ama içi boş bir güç mü? Yoksa dışarıdan zayıf görünen ama inatla ayakta kalabilen bir irade mi?

Nükleer silah, İran için sadece bir savunma aracı değil, aynı zamanda bir varoluş meselesi. Nükleer eşik, İran’ın Batı karşısında yeniden tanımlanmak istediği çizgi. Ve belki de en trajik olanı şu: Bu çizgiye yaklaşmak, onu aşmaktan daha tehlikeli. Çünkü çizginin hemen gerisinde duran bir devlet, sürekli tehdit altında yaşar. Ama onu geçerse, bambaşka bir dünya düzenine adım atar — ya yalnızlaşarak ya da savaşarak.

İran’ın bu denklemde bir seçim yapması gerekecek. Fakat belki de en büyük seçim, dışarıya karşı değil, kendi içine yönelerek yapılmalı: Gerçek güç, sesini yükseltenin değil, sessiz kalabilenin midir?

EKONOMİ